Tumgik
#Kayıp atlar
0murgan · 3 months
Text
Tumblr media
Kafatasını taşımanın zorluğu üzerine;
Ayakta durmanın en zor yanı; başının vücuduna verdiği o sinsi baskı, tüm sinirlerinden akıp giden ağrı ve kafatasının içinde çarpışan düşünceler bütünü. Kirli yazacağız şimdi, dağınık ve anlamsız olacak bu yazı. Şiir gibi değil, kusursuz bir düz yazı kıvamında değil, zihnin yansıması gibi, sol eli kaldırdığında aynadakinin sağı kaldırması gibi, kusurlu. Aldığın nefesin ciğerlerine dolmayışı, verdiğin nefesin senden bir şeyler alıp götürmesi gibi, anlamsız. Ve nedenini de bulamazsın tüm bunların, hiçbir tıp kitabında yer almaz, psikolojinin alt dallarına girmez, bir cevap varsa sendedir, sen de kaybolmuşsundur. Kayıp eşya dolabında kendini bulamazsın. Bir gece koridorda kendinle yüzleşemezsin. Sende olan sende kalır ve acı olanı, kendini tanımazsın.
-Kronik mi bu ağrı lan Rüstem?
+Hayır abi.
-Ne lan bu o zaman? Neden atlar sikişiyor kafamda, tıpta bir yeri yok mu? Okumuş etmiş bir adam bul, koy karşıma. Açıklasın bana bunu.
+Sensin bu ağrı abi, ağrının adı sensin.
-Hay sikeyim o zaman kendimi.
Tabii çoğu zaman sorulmaz birilerine, neden omurgam yamuk, şakaklarımda çiçekler değil, dikenli otlar bitiyor diye. Rüstem hayal ürünü, rahatça konuşursun gece yarısı, açık etmez seni. Kaldırımda sızarsın, o kaldırmaz. Gece uyuyamazsın, sigarana eşlik etmez. Uyursun, rüyana girmez. Bir varlığı ya da yokluğu bulunmaz, bilirsin. Kendini ne kadar bilmiyorsan, Rüstem'i o kadar bilirsin. Senin tam zıttın. Rüstem o kadar önemli değil, önemli olan bu ağırlık.
47 yaşında bir adam varmış, karısından ayrılmış, çocukları tarafından lanetlenmiş. Omurgam yamuk diye doktora gitmiş; ilk doktora gider çünkü omurgası yamuklar, doktor kambur başlangıcı der ama bilirler onlar, kamburluktan değil yalnızlıktan yamulur omurga kemiği. Velhasıl, sonrasında bir de kafatasının ağırlığı üzerine doktora gitmiş, bu sefer boyun fıtığı teşhisi konulmuş adama, bilinçsizce. Yıllarca okusa da bazı doktorlar, orta yaşlı filozofları anlayacak bilgi birikimine sahip olamazlar. Doktorlardan umudu kesen adam, dört duvarı arasında matkabı eline almış, şakaklarına namlunun ucu misali yaslamış ve yalnızlıktan çatlayan duvarlara sıçramış koyu kırmızı kanlar ile düşünceler, matkap çalıştığında. Şimdi ne yalnızlık, ne kamburluk, ne de ağır kafatası mevcut. 47 yıllık hayatı boyunca kayıp eşya dolaplarında aradığı benliği, yalnızlıktan çatlayan duvarların üzerinde, silik bir iz. Birkaç saat sonra koyu, canlı kızıl kahverengi hâlini alacak. Ve, adam tıpta yeri olmayan bilimsel bir deneye imza atmış olacak. Bir masal tadında oldu bu yazı lakin siz yine de çocuklarınıza anlatmayın. Bu masal, hangi yaşta olursa olsun kendini 47 gibi hisseden, omurgası yamuk adamlar için.
21.36
5 notes · View notes
Text
Uzayın dokusunda bir delik açabilirim 
Ah tadın 
Yüzünden bir öpücük kopardığımda 
Yeter dedi kalbim 
Yeter artık 
Ölüleri uyandıracak kadar 
Hızlı nabzım 
Başım dönüyor
Bir kuşun uçuyor 
O kadar aşk doluyum ki
Bir kurşun gibi 
Batabilirim okyanusun en derinine
Oku bak bunları
Kanayan kalbimin acısının dikenleri bunlar
Şimdi yıldızlar kayar 
Kalbimin en derinine bu yaralardan 
Havai fişekler patlıyor 
Ve gözlerine bakıyorum 
Uzun kirpiklerin uzadıkça uzuyor 
Bana uzanıyor 
Ellerinle tutup kendine çekiyorsun yüzümü 
Atmayan kalbim tutamıyor kendini
Hiç bir daha böyle hissedemeyeceğim 
Biliyorum 
Bildiğimi sanıyorum ama 
Tekrar tekrar tekliyor nabzım
Her öpücüğünde 
Tüm vücuduma yayılan bir elektrik akımı geçiyor 
Dudaklarımdan başlayıp parmak uçlarımdan çıkan 
Kalbim şarkı söylüyor 
Hayır hayır 
Tüm vücudum şarkı söylüyor 
Favori şarkın olmasını umduğum bir şarkı 
Söyle 
Neden yanaklarımdan süzülüyor yaşlar 
Uzun zamandır iyi bir şey hissetmediğim için mi 
Şu an hissedemeyeceğim kadar iyi hissettiğim için mi 
Söyle 
En ufak ayrıntısına kadar hatırlıyorum
Yaptığımız her şeyi, neden?
Söyle 
Söyle bana 
Kötü mü olmalı kafamdaki kadar 
Kaosumuza uygun gülümsemeler ve kahkahalalar biriktirmek 
Bile bile yeneceğini 
Neden atlar ki insan dişlerin arasına 
Dişlerin arasında 
Varsa aşk, atlar 
Kokun 
Kokun aşk gibi 
Kokunda sarhoş oluyorum 
Neredeyse bir rüya gibi 
Gerçek olduğuna inandığım 
Kayıp kalbimin yollarında gördüğüm 
Ve kalbimi gökyüzüne bastırdım seninle 
Rüzgarın göğsüme çarptı 
Zihnimi bastırdım sıcak güneş gülümsemene karşı 
Ve sıcaklığı ısıttı beynimin donmuş durgunluğunu 
Umursamadım 
Umursamıyorum 
Seninleyken ne olduğunu 
Ruhumu dünyaya bastırdım ve 
Dünya seni benimle doldurdu 
Güzelliğinde uykuya daldım 
Kendimi ele verdim 
Aşığım sana
Başka türlü var olamam 
Bir daha var olamayacak bir yapboz da buldum seni 
Bir araya geldik karman çorman parçalar arasında
Başka parçalarla birlikteydik belki ama 
Tamamlıyorduk birbirimizi 
Yıldızlardan geldiğimiz gibi 
Aydan da geliyorduk 
Kalbimdeki zehiri
Zihnimdeki gölgeleri
Görmezden gelerek geliyoruz 
Ve dünyaya verdiğin tüm neşe ve sevgiden geliyoruz
Merhaba gezgin
Görüyorum ki evimi bulmuş getirmişsin kalbinde 
Neden daha önce gelmedin?
2 notes · View notes
meytopya · 4 months
Text
Bir köyde yaşlı adam varmış. Çok fakir. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep.. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylü ihtiyarın başına toplanmış..
"Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler..
İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin" demiş.. Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.. "Babalık" demişler.. "Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var.."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar.. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler..
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara..
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler...
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar.. Ama acaba ne kadar doğru.. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..
"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar.. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde.. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor." "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
0 notes
dusunselyazilar · 10 months
Text
Öykü ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer. Lao Tzu, bu öyküyü çok sever ve anlatırmış. Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler. İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. ”Sadece at kayıp” deyin, çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler. Babalık demişler, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu adamın akli dengesi yerinde değil” diye alay etmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başka kimsen de yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.
İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. ”O kadar acele etmeyin, oğlum bacağını kırdı, gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almış. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini, ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama, hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla geri dönmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”
“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar, “oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilinen bir tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah bilir.” Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp, tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi ve gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz eder. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken, yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
Bu ünlü hikaye beni her zaman rahatlatır. Ne olacağını hiç kimse bilmiyor aslında.
Lao Tzu nun dediği gibi. 😊
0 notes
gazetelinkmedya · 3 years
Text
İmamoğlu'ndan Erdoğan'a çipli atlarla ilgili karşı hamle!
İmamoğlu’ndan Erdoğan’a çipli atlarla ilgili karşı hamle!
Çip takılan atların sorumluluğu devlete geçmesine rağmen Erdoğan, kayıp atların hesabını İBB’ye sordu! Çip takılan atların sorumluluğu devlete geçmesine rağmen Erdoğan, kayıp atların hesabını İBB’ye kesti… İBB tarafından çip takılan büyükbaş hayvanların sorumluluğu Tarım İl Müdürlüklerine geçmesine rağmen Erdoğan, kayıp atlarla ilgili İBB’ye hesap sordu. İmamoğlu bunun üzerine ‘karşı hamle’…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
tarimormanhaber · 3 years
Text
Görüntüler Dehşete Düşürdü! İBB Tarafından Satın Alınan Fayton Atları Öldürüldü Mü?
Görüntüler Dehşete Düşürdü! İBB Tarafından Satın Alınan Fayton Atları Öldürüldü Mü?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınan bin 200 atın 978 tanesi İBB sorumluluğunda başka illere gönderilmişti. Hakkında kayıt tutulmayan atların akıbeti bilinmezken konuya ilişkin eleştiriler yapılıyordu. Eleştirilerin odağındaki İBB, satın alınan atlardan 254 tanesinin bakımsızlıktan öldüğünü açıkladı. Akşam saatlerinde sosyal medyaya düşen öldürülen at görüntüleri ise vatandaşı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
payedar · 2 years
Text
Tumblr media
maddeyi yutuyor
yılanlı geçitteki
o gri sessizlik
oyulmuş gözleri
dağ köylerinin
bize bakıyorlar yıldızlardan
anlarsa en iyi
mezarda açan çiçek
anlar hayatı
bir dağ doğurdu beni
mağara rüyasında
ruhumun çölünü geçerken
bin yıldır kapkara
bir kayada saklı
gözleri açık bir at
çünkü kendimi buldum
bir şey yok artık
yitirilecek
her şafakta
binlerce çiçek açar
mezarda yatanların gözleri
yok sayılmış
faili inkâr
nasıl gider ki meçhûle
bir kar tanesi
tersine yağdı
çığ kopardı güneşte
dura dura sırtına
dünyayı aldı
ters dönen kaplumbağa
direnen o gözenek
yanarak aydınlatarak
apak yatakta aç
yıldızlar birer
mezarlıktır
ışıldar mezartaşlarımızda
yalnızlığın odasında
bir sis aydınlığı
ritmini örüyor evrenin
lambalar yanıyor
karanlık dağdaki
yıldızdan çadırlarda
bir damla alıp uçtu
yangın yerine kırlangıç
anka güller içinde
kurudu damarlarım
bir avuç kum bana
içir kerbela’da
ürpertiyle uyandı
karanlığı çatladığında
ışığın uğultusu
bir bulut geçiyor
tülden sessiz
bir kuş çağlayanı
alacakaranlıkta
bir yolcu
yağmur kokar yalnızlığı
o uzak kıvılcım
dingin kılar anaforu
körlüğün iç kamaşmasıyla
çölde uyuyanlara
su taşıyor dolunay
rüyasında
bir kayıp ikilem
deviniyor sis uzaklığında
bir düşsel iklim
kirpiklerinin arasına
ağ örüyor örümcek
nazar değmesin diye
birer birer uçtular
biz tek sıra geçerken
tellere dizili kırlangıçlar
duyulmayan sesini
kaydediyor dilsizlerin
rüzgarın sayfalarına
çiçek açtı ilk kar
inatçı kuşların
ayak izlerinde
karanlıkta kal
bu gece dolunay
ışığını söndürme gecenin
kayadaki geceye
göz kırpar atın
yağmurda açık gözleri
sis geçer
sim çöker
yıldızlanır çöl
haber verdi fırtına
geçip gittikten sonra
taşların sessizliğini
otlar da sezer
yaşlanıp sararırken
özlerler gençlik yeşilini
kırıyor bukağımı
o esrik monolog
düşsel özgürlük şarkım
oyalan oyalan
oyalaaan
o yalaaan bu yalan
çiçeklerin güneşleştiğidir
papatyanın sureti
güneşin çiçeğe indiğidir
eksilince kumsalımdan
birtanem
boşluğu kaldı bir dağın
uçmanın şarkısını söyledi
küçük karınca
uçurumun kenarında
aydınlık patikalar
dağlardan ruhuma
kıpkızıl gökkuşağından
darağacımı kurdular
dağarcığımda
yeşeren ağaçtan
tek yek tek
tekerlenen tekerlek
gindirî kir teqûreq
çölde yankılanıyorum artık
bir kuyunun dibinde
kupkuru çölde
saklı uçurumlar var
gözbebeklerinde
pelerin giymiş atların
çığ kopardı leylanın
kar saçları
sessizliğin buzdağında
şehla karanlık
bir göl
ay saklı gözlerin
hayal et
hayal et
olma hayalet
su da susar
çöl hasretiyle
sessizliğin suyunu içtiğinde
yıldızlar söyledi
yokluğunun şarkısını
sen yağmurlarla indiğinde
sızar suskunluk
yılan karası bir ürperişle
umudun kuraklığına
inci gibi aktın
gözlerimden
kayıpsın dipteki çölde
şahlanışı dingin
dağları dinle
kişnerken atlar
son kum tanesi de
düştüğünde dönüveren
kum saatidir umut
23 notes · View notes
Text
Tumblr media
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış… Öyle dillere destan bir beyaz atı  varmış ki, Kral bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin  tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..
Tumblr media
“Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan  dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,  at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak,  bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala  satsaydın, ��mrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.  Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler…
Tumblr media
İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş.  “Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.  Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?  Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Tumblr media
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş… Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.  Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.  “Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının  kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..”
Tumblr media
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz”  demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.  Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.  Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz  kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?”
Tumblr media
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler  ama içlerinden “Bu herif sahiden aptal” diye geçirmişler…  Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.  Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman  yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demişler.
Tumblr media
“Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre  kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme  hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.
“O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Tumblr media
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Tumblr media
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler… “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının  kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…”
Tumblr media
“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda,  sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih,  hangisinin şanssızlık olduğunu kimse bilmiyor.”
“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
83 notes · View notes
dramatik-buluntular · 3 years
Text
“Az Sonra Bir Güvercin Geçecek Buradan”
dinlen toprak! biraz dinlen her yer kalbe inemeyen insanlar yığınağı her yer kayıp eşyalar bürosu dinlen biraz toprak
huzursuz nehirleri düşünüyorum, huzursuz suları o konuşkan güler yüzlü damlaların sohbetten çekilişini yemin etmiş ışıkların bir güvercine sığınışının ne anlama geldiğini düşünüyorum kuşkular ülkesinde ve düşünürken bir tutam dağ birikiyor kalemliğimde kentten kaçanlara artık yer ayırmak istemeyen bir tutam dağ
bölünmüş rüyaların ortasında yüzüstü düşüp kalmış parçalanmış bir kelime bekliyor: “affetmeyeceğiz” hiç ayrılmıyor bu kelime duygusal bölgeden yenilgicilik oynuyor kendinden büyük gerçeklerle denizlerin üzerinde yürümeyi bilmeyen çocuklar geliyor o el kadar kelimeye dokunup geri gidiyorlar dokunup geri gidiyorlar hiç konuşmadan öksürmeye başlıyor karnı karanlık dolu atlar öksürdükçe yüzyılın ağzından dökülen o tanımsız ve uçurumsu şey; bir kıyının ölen adımları
mutluluktan aldığım borçları düşünüyorum ne kadar daha düşüm kalmış, ne kadarını harcamışım bu kışı çıkartabilir miyim bilmiyorum kucaklaşmanın altını kısıp gülümsemeyi kapatan umut kapıyı çaldığında evde kimse yok dedirten insanlığın kapısına “kapalıyız” levhasını astıran ve gökyüzüne bakmayı unutturan o korkunç gücü düşünüyorum düşünürken bir sürü kanat birikiyor yatağımda kanatlara soruyorum: düne kalkış yok mu?
dinlen toprak! dinlen biraz her yer akbabaya özenmiş kargalar çığlığı dinlen biraz toprak ve kaldır başını az sonra yemin etmiş ışıklar eşliğinde bir güvercin geçecek buradan çocukları yakılmış kentlere yanıt olmak için
-Metin Akdeniz, Az Sonra Bir Güvercin Geçecek Buradan
(2015)
20 notes · View notes
okuryazarlar · 3 years
Text
Önder Deniz Çavuşlar yazdı: Ferdi Baba Haklıydı!
Beş para etmez izbe otelin soğuk yatağında sızıp kaldığım kötü bir geceydi. Hayat beni, gece üçü biraz geçiyordu. Beyoğlu’nun az arşınlanan bir sokağında adı sanı bilinmez kuytuda sabaha karşı uyanmış, nasıl gelip uyuduğumu dahi anımsamadan, seni hatırlamıştım.
Ölü gibi uzandığım soğuk yataktan doğruldum önce kutu birayı kana kana boca ettim yüzüme. Pencerenin kıyısına geldim ve perdeyi araladım. Şehir gecenin alacakaranlığa çaldığı vakitler silinmiş, yok gibiydi. Yalnızca yıldızlar vardı. Çocukluğuma döndüm o an, pencereden gökyüzüne bakarken, yıldızlardan en parlağını aradım. Bir yıldız karanlık göğü yarıp kayıp gitti.
“Uzakta bir yerlerde biri ölüyor ve koca gökyüzünde o yüzden bir yıldız kayboluyor!” derdi annem. Aklıma geldi birden bire annem. Odanın sessizliğini bozacak bir şey yapmam müzik açmam lazımdı. Kulakları sağır eden sessizlikler çocukluğumdan bu yana beni hep korkutmuştur. Telefonumu aradım. Buralarda bir yerde olmalıydı. Montumun iç cebinde bulduktan sonra ekranını karıştırmaya başladım ve radyoyu buldum. Radyoda herhangi bir frekansa geldim.
"Gecenin bu vakti hala bizimle olanlar için gelsin sıradaki şarkı!" diyordu anonsu yapan radyocu ve sözlerini tamamlamadan #FerdiÖzbeğen’in şarkısı çalmaya başlıyordu. Sessiz geceme bir kor düşürerek soruyordu usta; “Gülmek için yaratılmış, gözlerde yaşlar niye? Sevmek için yaratılmış kalpler hep bom boş niye?”
Ferdi Baba haklıydı.
Hayat, tam da o gece sekip kucağından beni düşürdü. Anımsar gibiydim. Akşam üzeri buluşmuştuk Beyoğlu'nda en sevdiğimiz barda ve bana ayrılmak istediğini söylemiştin. Eşlik etmek istemiştim taksiye kadar, sen teşekkür etmiş ve kendim dönerim demiştin. Sonrası hayal meyaldi. Ustanın bir şarkısı takıldı aklıma ben de aşkımı bir sır gibi senelerdir saklamış, geceleri rüyamda ismini sayıklamıştım oysa aylar ve de yıllar boyunca.
Dünyada yaşayan gelmiş geçen tüm insanların sonu belli senaryosundaki en acı taraf olan o korkunç yalnızlığından daha da yalnız olduğumu hatırladım otel odasında, gece mesaileri bitince lunaparkın üzerlerine kilitlendiği atlı karıncalardaki maaşsız çalışan atlar kadar yalnızdım artık.
55 notes · View notes
korayaker · 4 years
Photo
Tumblr media
POMPEİ FELAKETİ- TAŞ KESİLEN ŞEHİR
Antik Roma kenti Pompei, 24 Ağustos 79 tarihinde Vezüv Yanardağı’nın iki gün süren faaliyeti sonucu volkanik külün altına gömülerek yok olmuştu. İtalya’daki antik Pompeii kentinden taş parçası ya da tarihi eser kalıntısı çalan turistler “uğursuzluk” getirdiği gerekçesiyle bu çalıntıları iade ediyor. Pompeii’deki kazılardan sorumlu Profesör Massimo Osanna’nın açıklamasına göre, son yıllarda çok sayıda turist kazı bölgesinden çaldıkları parçaları bir mektup eşliğinde geri gönderdi. Geri gönderenlerin iade sebebi ise “kendilerine uğursuzluk getirmeleri”. Bu açıklamalardan sonra herkesde daha çok ilgi yaratılmasına sebep olan Tarihteki Taş Kesilmiş Olan Pompei Şehri Nerededir? Hikayesi Nedir? Bu bir lanet mi? Yazımızda bunla ilgili tüm bilgileri bulabileceksiniz.
Tumblr media
Yaklaşık 1700 yıl boyunca kayıp durumda olan Pompeii kenti Türkçe yazımlarda Pompei, 1748 yılında tesadüfen yeniden keşfedildi. UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde bulunan antik kent, her yıl yaklaşık 2.5 milyon turist çekiyor.
Meşhur Pompei şehir hikayesini mutlaka sizlerde duymuşsunuzdur. Bu şehrin başına gelen enteresan hikayeyi sizler için yazmak istedik. Adeta tüyler ürpertici, bir hikayeye sahip olan Pompei şehrini anlatarak başlamak isteriz.
Öncelikle Pompei, İtalya’nın Napoli şehrine 25 – 30 km uzaklıkta bulunan bir şehirdir. Napoli’nin güney kısmındaki bu şehirde Roma imparatorluğu hüküm sürmekteydi. Pompei isimli şehrin, M.Ö. 5000 yıllarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Pompei şehrinde de Vezüv adında bir yanardağ bulunmaktadır. Yanardağ M.Ö. 79 yılında beklenmeyen bir şekilde çok şiddetli bir şekilde harekete geçti. Bu hareket sonrasında günümüzden tam 1937 yıl önce tüm halk taş kesilerek öldü. Ve Vezüv yanardağı üzerlerini lavla örtmüş.
Tumblr media
Pompei şehri o yıllarda yani, M.Ö. 79 yılında zengin, Capri adasına ve denize çok yakın ve adeta cennet gibi bir yerdi. Üstüne de hem denize yakınlığı hem de konumu itibariyle dönemin ticaretin en üst düzey olduğu kentlerindendi. Pompei şehrinde İtalya üzerindeki elit kesim, aydın ve zenginler yaşamaktaydı.
Pompei şehrinin eğlence merkezlerinden birisi olduğu ve kumar oynanan bir yer olduğu da bilinmektedir. Ancak şehirde kölelerin de farklı köleler tarafından öldürüldüğü ve geceleri dövüşlerin düzenlendiği de bilinmektedir. Aslında vahşetin ve insanlık dışı her türlü şeyin yaşandığı bir şehirmiş Pompei. Şehrin neredeyse her köşesinde fuhuş evleri bulunmaktaydı.
İmparator Caligula, kendi kız kardeşine aşık olmuş ve en büyük günahı işlemekteydi. Halkın geri kalanı da aileden olup olmamasına bakmaksızın bu edepsizliğe devam ediyordu. Zaten şehirdeki genel evlerin sayısı da cabası. Hatta dil bilmeyen denizciler geldiğinde bu genel evleri bulamakta zorluk yaşamasınlar diye üzerlerinde penis işaretleri bulunuyordu. Şehirde eşcinsellik te gayet normal karşılanmaktaydı. Asiller müthiş bir zenginlik içindeydi. Rivayete göre önce yemek yer, daha sonra yediklerini kaz tüylerini kullanıp kusarlardı. Nedeni ise daha fazla yemek yiyebilmek, yemek zevkinden sonuna kadar faydalanmaktı.
Tumblr media
Pompei şehri M.Ö. 79 yılında, Vezüv yanardağının harekete geçmesi ile tamamen yok oldu. Şehrin, edepsizliğe olan düşkünlüğü sebebiyle tarihten silinmesine olan inanış oldukça fazladır. Bazılarına göre de Pompei, Allah tarafından cezalandırılmış olan bir şehirdir. Vezüv yanardağı, öyle bir şiddetle patlamış ki, şehrin tamamını 6 ila 8 metre aralığındaki lavlara gömmüş. Şehir tamamen yok olurken, insanlar ve etraftaki diğer her şey taş kesildi. Bu bulgulara ise 18. yüzyılın başında bir köylünün tarlada çalışırken kazmaya takılması ile birlikte ulaşılmıştır. Daha sonra kazma vurulan bu duvarın izi sürüldü. Yapılan araştırmaya göre M.Ö. 79 yılında yanardağın şiddetli bir şekilde lav püskürtmesiyle yaklaşık 200.000 kişi hayatını kaybetmiş.
Patlamanın ve lavların etkisi öyle büyükmüş ki, çoğu insan yerinden bile kımıldayamamış. Patlama ile birlikte insanlar kaçışmaya başlamış. Paniğe kapılanların bazıları limana doğru koşmaya başladı, bir kısmı ise kendini evine kapadı. Limana doğru koşanları kötü bir sürpriz bekliyordu. Deniz kabarmıştı, azgın dalgalar gemileri lavlara doğru atıyordu. Zaten gökten de iri kum taneleri şeklinde kızgın taşlar yağmaya başlamıştı. Evlerine sığınanlar ise, yoğun kükürt dumanından boğulmamak için kendilerini dışarı atmakta, bu defa da üzerlerine yağan taşlarla helak olmaktaydılar.
Tumblr media
Bir Etnograf olan Prof. Dr. Carlo Giardano Pompei’de olanları şöyle aktarıyor: ‘O gün öğle vakti volkanın ağzından ani olarak yükselen bir kül bulutu birkaç saat içerisinde bütün Pompei’yi kaplayıvermişti. Böylece şehir çok uzun bir sessizlik uykusuna girdi. Şehrin uykusu, taşları, eşyaları ve sanat eserlerini yeniden hayata kavuşturan kazılara kadar yüzyıllar boyu sürdü. Burada yaşayan binlerce insanın tehlikenin bu kadar yakınında oldukları halde gafil avlanmış olmaları o tarihlerde Vezüv yanardağının bambaşka bir manzara altında olmasından ileri gelmiştir. Yamaçları meşhur politikacıların villalarıyla süslü olan Vezüv, bağlar, bahçelerle çevrili ağaçlık bir yerdi.
Pompei şehri, Capri adasına bakıyordu. Ve devamlı olarak deniz kokusu oluyordu. Aslında eski zamanlarda da Vezüv yanardağı üzerinde bir patlama meydana gelmiş. Ancak hem bu kadar şiddetli değilmiş. Hem de o dönemde insan yaşamıyormuş. Bu küçük püskürmeleri de çok sonradan bir Yunan coğrafyacısı keşif etmiştir. Bunu da insanlara anlatma gereği duymamış. Zaten Pompei şehrinde yaşayan insanların para ve zevkten başka bir şeyi gözleri görmemekteydi. Yani eğer püskürtmeden onlara bahsetmiş bile olsaydı, zaten insanlar umursamayacaktı. Aslında M.Ö. 62 yılında meydana gelen bir zelzele, bu felaketin bir habercisi sayılabilirdi. Şehirde o kadar çok deprem oluyormuş ki, halk buna alışmış.
Tumblr media
İtalyan bir bilim adamı olan Fiovelli, 19. yüzyılın başlarında yaptığı kazı araştırmasında gözlerine inanamadı. İnsan suretleri dahil olmak üzere her şey taşlaşmıştı. Burada atlar, köpekler, çocuğuna sarılmış olan anneler ve birçok insan kalıntısı taş olarak bulunmuştu. Bulunan kalıntılar, Napoli müzesinde sergilenmektedir.
Jeologlara göre halkın ölüm sebebi kükürt gazı. Taşa dönmelerinin sebebi ise yanardağın püskürttüğü volkanik tozun sertleşmesi.Bu lavlar kalıp oluşturmuş, zamanla içerideki vücut çürümüş fakat kalıp aynı kalmıştır. Ancak bilimsel yönlerin dışında da birçok tahmin bulunmaktadır. Müslümanlar Pompei’de yaşananları, onların kumar, fuhuş, insan kavgası ve her türlü ahlaksızlıklarının cezası olduğunu taşlaşma olayının da insanlara ibret olması gerektiğini düşünüyorlar ve normalde lav püskürmesiyle insanların tamamen yok olacağı, taşlaşamayacağı da öne sürdükleri en önemli gerekçedir.
Tumblr media
Alıntı.
24 notes · View notes
ozkaya · 4 years
Text
Köşe başında evsiz bir adamla karşılaştım. Kendisi evsizler arasında en sefil görüntüye sahip olan kişi olabilirdi, çünkü yırtık olmayan bir kıyafeti, pisliğin uğramadığı vücut hattı kalmamıştı, yine de gülücükler saçıyordu etrafına. Diğer insanların bu adamın gülücüklerine cevabı hep olumsuz yöndeydi. Kimisi adımlarını sıklaştırır, kimisi ise yüzünü ekşiterek bakardı evsiz adama. Ben bu adamın neden bu hâlde olduğunu merak ediyordum. Yan sokaktaki pastaneden aldığım poğaçaların tekini kendisine ikram ettim, böylelikle birkaç soru sorabileceğimi düşündüm kendisine. Poğaçayı öyle iştahlı yedi ki, o an diğer iki poğaçanın benim değil de onun boğazından geçeceğinin farkına vardım. Onları da ikram ettim kendisine, onları da yedi afiyetle, ben aç kaldım ama yansıtmadım ona, gerçi ben sadece birkaç saat aç kalacaktım, kendisi ise kim bilir kaç yıldır tam anlamıyla doyurmuyordu karnını. İnsanların kimi zaman sadece birkaç saatlik düştükleri durumun bir başkalarının hayatını yıllardır meşgul ettiğinin farkına varınca, o durumun bana hissettirdiklerini de ilk anki gibi hissetmemeye başlıyorum, çünkü biliyorum ki başkaları yıllardır savaşıyor, ben ise sadece birkaç saatlik sürecek olan bu basit harpten kesinlikle sağ çıkarım. Bu düşüncelerin ardından son poğaçayı da midesine indiren amcayla konuşmaya başladık.
"Amca seni birkaç aydır görüyorum, napiyorsun, necisin sen?"
"Bir şey yapmıyorum oğlum, buralarda yaşamaya çalışıyorum işte, bak şurada uyuyorum, bir de köpeğim var, ben ne yersem o da yer aynısını."
"E köpek nerelerde amca, burada yok."
"Gündüzleri gider o, bilir çünkü benim kendi karnımı doğru düzgün doyuramadığımı, yiyecek bir şeyler bulur kendisine, hava çökünce de gelir buraya tekrardan."
"Ya geri gelmezse?"
"Hiç gelmemezlik yapmadı ki, valla eski karımdan daha sadık çıktı kendisi."
"Eski mi? Neden ayrıldınız ki?"
"Öldü çünkü, evlendikten 6 ay sonra."
"Ölmüş amca rahmetli, isteyerek bırakmamış ki seni."
" Nereden biliyorsun? Belki isteyerek ölmüştür. Bırakmak istemiştir beni."
" Bırakmak istese ayrılırdı amcacım, neden kadın kendi hayatını sonlandırsın?"
"Benim de hayatımı sonlandırmak için, görmüyor musun halimi? Oldukça başarılı oldu işte. O gün ben fabrikadaydım. Birkaç saate evde olacaktım. Tandırda ekmek yapıyormuş o da , o sıra ayağı kayıp düşmüş, yanarak can vermiş, komşular çığlıklarına koşmuş ama çok geçmiş. Ben eve vardığımda aldım haberi, o an çok şaşırdım çünkü ben taze ekmekleri ve karımı sofrada hayal etmiştim işten dönerken, karnım da çok açtı."
Ben adamı dinlerken, işe geç kaldığımı fark ettim, ama değerdi. Kimi anların günlük hayatımızdaki standart sorumluluklarımızdan daha fazla yer kaplayacağını düşünürüm, en azından birkaç saatliğine. O sırada amca derin bir iç çekti. Biraz boşluğa baktıktan sonra devam etti.
"O gece aç yattım yatağa, uyku da tutmadı. O günden bu yana da karnım bir nebze açtır, asla tam anlamıyla doymaz."
"Sigaran var mı oğlum?"
"Buyur, iki tane al."
Amcayı anlamıyordum, eşinin kendisini cezalandırmak amacıyla canına kıydığını söylüyordu. Ne tür bir insan evliliklerinin ilk aylarında bir başkasını cezalandırmak için ateşler içerisine atlar? Anlam veremiyordum.
"Amca, sorumu maruz gör ama, neden böyle düşüncelere sahipsin sen? Kadın belli ki kaza yüzünden hayatından olmuş."
"Kaza ile öldüğünü düşünmüyorum ben."
" Yapma amca, insanlar her gün kazalar yüzünden can veriyor."
"Bunu kabullenemem, bunu kabul edersem, yaradana ters düşerim. Biz çok güzel bir çifttik. Cahildik, çok şey bilmezdik belki ama kimseye zarar vermeden yaşardık köyde. Kimselere zararı dokunmayan birisi, kasıtlı bir şekilde yapmadıysa bunu eğer, yaradandan ötürü değil midir sence de?
"Kader amcacım, vakti dolmuş."
" Hassiktir oradan, ne vakti dolması, bilerek öldürdü işte kendisini, yoksa hayatta olurdu, ben de burada olmazdım. Dışarıda suça meyilli binlerce insan var, her gün bir başkasının canına kıymayı kendilerine amaç ediniyorlar." Onlar dışarıda iken, benim eşimin mezarda olması sence doğru mu? "
Ne diyeceğimi bilemedim. Amca, eşinin bilerek kendisini öldürdüğünü dile getiriyordu, aksi bir durum varsa eğer, Allah'ın neden suçsuz olan eşinin canını bu kadar erken aldığını aklına getirmemek amacıyla bunu düşünmekteydi sanırım.
" Amca bilmiyorum, ne diyeceğimi, söylediklerinden bir anlam çıkaramıyorum.
"Çakmağı tekrar uzatır mısın?"
"Tabii."
Sigarasının yarısına geldikten sonra devam etti.
"Neden anlamak istemiyorsun, belli ki o aylar içerisinde hatam oldu, ya da insan ya belki de benden soğudu, bıraktı kendisini alevler içine.
" Ama amca eğer senden soğuduysa neden bırakıp gitmesin seni, bir insan için ölünür mü, sen böyle düşünme, kaza ile olmuştur kesin."
"Dedim ya oğlum, bu düşünceden koparsam Allah'a ters düşerim diye, bu halime de şükür ediyorum, bak nefes alıyoruz. Ben rahmetlinin kendi isteği ile canına kıydığına inanıyorum. İnsan masumsa, yeni evlendiyse, çok güzelse ve 19'unda can veriyorsa, bu yaradandan dolayı olmamalı oğlum, buna kendimi inandıramam."
Amca tam bir şey diyecekken ben, devam etti.
" O köpeğin gelip gelmeyeceğini sordun ya bana, ben her gün onu gelmeyecekmiş gibi beklerim. Bir araba altında kalır belki, ya da zehirli et verirler hayvana. Çünkü hayvan masum, onun aklı da yok kendini atamaz alevlerin içine veya araba altına. Benim halimi görüyorsun, ne bir kıyafetim var ne de giyecek ayakkabım. İnsanlar yıllardır bana farklıymışım gibi bakmakta ve ben onlara hak veriyorum. Çoktan soyutladım kendimi ben, karımı kaybettiğim gün, her şey farklı gelişti benim için. Allah'tan her gün bekledim, canımı alsın diye, sonunda pes ettim, olmadı çünkü, çok istedim olmadı. Bizim ayrı kalmamız gerekliymiş, bunu asla istemedim, ondan ayrılınca her şeyi boşverdim, üstelik yirmiydim biliyor musun? Şimdi ne evim var ne bir gelir kaynağım, acı bir hikayem var, arkasında da genç ve ölü bir yâr , onun ötesinde de düşünmekten aklını yitirmiş ben, tüm insanlar tarafından hor görülen ben.
12 notes · View notes
gazetelinkmedya · 3 years
Text
Kayıp atların akıbeti belli oldu: "Yaşlı ve iş göremeyenler kıyma-kuşbaşı..."
Kayıp atların akıbeti belli oldu: “Yaşlı ve iş göremeyenler kıyma-kuşbaşı…”
Kayıp atların akıbeti belli oldu: “Yaşlı ve iş göremeyenler kıyma-kuşbaşı oldu” … Habertürk yazarı Esra Boğazlıyan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin MHP’li Hatay Dörtyol Belediyesi’ne hibe ettiği 100 atın kaybolmasıyla ilgili çok çarpıcı bir iddiayı yazdı. Boğazlıyan, “80 at, tanesi 2 bin dolara Irak’a satıldı, kalan atların bir kısmı başka şehirlere gitti, yaşlı ve iş göremeyenler kesilip…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
tarimormanhaber · 3 years
Text
İBB 254 Atın Bakımsızlıktan öldüğünü duyurdu!
İBB 254 Atın Bakımsızlıktan öldüğünü duyurdu!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınan bin 200 atın 978 tanesi İBB sorumluluğunda başka illere gönderilmişti. Hakkında kayıt tutulmayan atların akıbeti bilinmezken konuya ilişkin eleştiriler yapılıyordu. Eleştirilerin odağındaki İBB, satın alınan atlardan 254 tanesinin bakımsızlıktan öldüğünü açıkladı. İBB tarafından satın alınan fayton atlarının kayıp olduğu gündeme oturmuştu.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ruhubuzmavi · 4 years
Text
O Aleph kitabında, paulo coelho sarılma eylemini şu şekilde açıklar.
"sarılmanın anlamı şudur; sende bir tehlike sezmiyorum, yanında olmaktan korkmuyorum, rahatlayabilir, kendimi yuvamda hissedebilirim."
Orhan pamuk ise yeni hayat kitabında şöyle bir tanımlama yapar.
"aşk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarda bırakma arzusudur. insanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir."
her iki yazarın cümlelerinde benzeşen hisler var. kendini güvende hissetme, dünyadan soyutlanma, rahatlama zaten bence kilit kelimeyi orhan pamuk kullanmış: "sığınak" 
küçük çocuklar korktukların sakinleşmek için anne-babalarına sarılır, kadınlar mutsuz olduklarında bir erkeğin kollarına atlar, erkekler ciddi bir kayıp/üzüntü yaşadığında bir kadının ona sarılmasını ister. 
aşk genel olarak dokunma isteğini beraberinde getirir ama sarılmanın verdiği his, aşktan gelen dokunma arzusundan farklı. 
arkadaşlarımı gözlüyorum bazen. bir kısmı selamlaşma anında yanaktan öperken, bir kısmı koluyla karşısındakini sarar, bir kısım ise direkt sarılır sonra öper. bu sarılma hadisesi hem aradaki samimiyeti, hem de iki tarafın birbirine bu izni verdiğini ifade eder. yani en baştaki alıntıya dönersek "yanında olmaktan korkmuyorum, kendimi yuvamda hissediyorum"
Bu yüzden kimi seviyorsanız gidin sarılın ona...
1 note · View note
etaali · 5 years
Text
Tumblr media
Hz.Zeyneb'in Kufe'de Okuduğu Hutbesi:
BISMILLAHIRRAHMANIRRAHIM
“Ey kufeliler dinleyin!“ Bu ses ile beraber nefesler sineye çekildi develer, atlar hareket etmekten kendilerini alıkoydular. Rüzgar Zeynep’in sesine mikrofonluk yapmak için yavaş yavaş harakete geçti. Bütün insanlar Ali kızı Zeynep’i dinlemek için sabırsızlanmaya başladılar, acaba bu esir hanım ne konuşacak diye pür dikkat olmuşlardı.
„Allah’a Hamd-u Sena olsun. Selat ve selam benim babam Hz.Muhammed (s.a.a)’e ve temiz soyuna olsun” deyince herkes şaşkınlık içerisinde birbirlerinin yüzlerine bakmaya başladılar ve sesini duyup ama onu göremeyenler ise Ali mi gelmiş, bu ses Hz.Ali’nin sesine benziyor zira bu fesahet ve belağat ile konuşuyor.Hani bunlar yabancılardı oysa bu hanım benim babam Hz.Muhammed (s.a.a) diyor, diyerek şaşkınlıklarını dile getiriyorlardı. Hz. Zeynep daha ilk cümlesiyle halkda şok etkisi yapan hitabesine şöyle devam etti.
“Ey Kufe halkı! Ey aldatılmış zavallı halk, bize mi ağlıyorsunuz? Oysaki bizimgözlerimiz hala yaşlı ıztıraplarımız dinmemiş, feryadlarımız yatışmamıştır. Sizler, gerdanlığın kayıp edip sonrada toprak içerisinde arayan kadın gibisiniz. Sizler, Allah ve Resulüne iman getirdiniz ama daha sonra işlediğiniz bu büyük günahla onun kökünü kazıyıp attınız. Sizden fesat, şer ve şarlatanlıktan başka bir şey de beklenemez, sizler o güle benziyorsunuz ki ne yiyilen nede koklanandır. Sizin nefisleriniz ne kadar da kötü bir nefistir, sizler Allah’ın gazabına uğramış ve cehennemlik olmuş bir toplumsunuz.
Bizleri öldürdünüz şimdi bize ağlıyorsunuz. Evet! Allah’a yemin olsun ki çok ağlayın az gülün, bu işlediğiniz cinayetin kanı sizin yakanıza yapışmış, bu yaptığınız pis ve kötü amellerinizden kurtulamazsınız ve bu ar ve rezillik sizi kahr edecek hiç bir suyla bu çirkef lekelerinizden yıkanamazsınız.
Peygamberin oğlu ve cennet gençlerinin efendisinin kanı nasıl yıkansın, siz iyiliklerin mabedini ve yardıma muhtaç olanların derman kapısını yıkıp öldürdünüz. Siz, Allah’ın ve Resulünün size olan Hüccetini öldürdünüz.
Ey Kufe halkı! Öyle büyük ve kötü bir günaha saplandınız ki, Allah’ın azap ve felaketi sizin üzerinizdedir. Uğraşlarınız, eliniz, yaptığınız her iş Allah’tan bela olarak size dönsün ve maalesef o belayı sizler istediniz ve zillete düçar oldunuz.
Ey Kufe halkı! Vay olsun size, kimin cigerini söktüğünüzü biliyormusunuz? Siz, Muhammed Mustafa (s.a.a)’ın göğsünü açıp cigerini aldınız, ismet perdesini yırttınız. Siz Peygamberin kanını akıttınızın farkındamısınız ve ona nasıl bir saygısızlık ettiğinizi biliyormusunuz? Siz öyle büyük bir günah işlediniz ki günahınız yer ve gökyüzünü doldurdu, sizin bu yaptığınız günah ve işlediğiniz cinayetten dolayı gökyüzünden kan yağmasına şaşırmayın.
Ahiret günü Allah’ın kahır ve zelil edici azabı haktır ve gerçekleşecektir. Ve o gün sizin için ne bir yardımcı nede kurtarıcı olacaktır. Allah’ın verdiği şu sürede mutluluk yaşamayın ve Allah azap etmede acele etmez sabrı çoktur ve bilin ki Allah size bu cezayı vermek için sizi beklemektedir.”
Ali kızı Zeynep gerek psikolojik gerekse fiziksel olarak çok zor durumda olmasına rağmen bu hitabesiyle oradakilerin yüreklerini yakmayı ve gaflet uykusundan uyandırıp gözlerinin açılmasını sağlamıştı.
Beşir ibn Heyzem Esedi şöyle diyor:
“Ben o zamana kadar Hz.Zeynep gibi -iffet haya abidesi- özelliklerine sahib bir hanımın sohbet ettiğini görmemiştim. Sözleri öyle kullanıyordu ki Hz.Ali (a.s) gibi konuştuğu ortadaydı.”
Hz. Zeynep Kufe halkını gaflet uykusundan uyandırmış ve insanlar Yezid bin Muaviye ve Ubeydullah bin Ziyad’ın nasıl bir fitneci, zalim, Allah, peygamber ve din düşmanı olduğunu oracıkta anlamış ve kıyam işaretleri vermişlerdi.
Ve bir hadiste şöyle nakl ediliyor: “Allah’a and olsun o gün Kufe halkı o konuşma esnasında ve sonrasında da başlarına dövünüyor başlarını ellerinin arasına alıp parmaklarını ısırarak yüksek sesle ağlıyorlardı.”
Allah'ın Selamı Hz.Muhammed (s.a.a),Temiz ve Pak Ehlibeyti ve Iffet,Haya Abidesi Hz.Zeynep as. Üzerine Olsun..yezite ve soyuna ebediyen Lanet olsun.
5 notes · View notes