Durup dururken ellerim üşüyor mesela. Bir şey geliyor aklıma; anı desen değil hayal desen hiç değil. Ne geçmiş ne geleceğim gibi öyle arafta bir şey. Düşündükçe omuzlarıma daha da ağır yükleri bindiren bir şey...
Bu yük diyorum,benim yüküm tamam kabul ettim ben bunu zaten de insan bazen o yükü sırtlarken arkasında biri olsun istiyor.
Gözlerim doluyor sonra ardımda kimsenin yokluğuna mı bu yaşlar, önce var gibi yapıp sonra kaçışına mı, kestiremiyorum. Üzülüyorum sadece, her zaman olduğu gibi kırıklarıma sarınıp köşeme çekiliyorum sessizce. Önüme gelen herkesi suçluyorum mesela beni siz boğuyorsunuz diye. Taa ki göz bebeklerimin karanlığında kaybolduğum aynalardan birine rastalayana dek. Rastladığım o ayna bizzat benim kendi gözlerimden bana yansıtıyor ki benim nefesimi kesen eller hiç de yabancı değil. Benim nefesimi bir ben kesiyormuşum. Ben kendimi günden güne boğuyormuşum.
Sonra diyorum ki madem beni ben boğuyorum; o zaman bir şeyler geliyor aklıma, ters giden bir şeyler. Ben ölümü sevmezdim ki, korkardım ondan. Bana bunu seçtiren aynamda gizlenen o eller kimin peki. Beni bana öldürten asıl katilim kim?
"Bir aşk da böyle bitti," diye mırıldandı. "Kim bilir, aynı biçimde sönüp giden kaç aşk vardır... Şiirin, aşkı kapı dışarı ettiğini ilk olarak kim keşfetti acaba?" Darcy, "Ben de şiiri aşkın besini olarak düşünürdüm," dedi. "Sağlam, derin, sağlıklı bir aşkın besini olabilir. Aslında güçlü olan bir şeyi, her şey beslemeye yarar zaten. Ama ortada hafif, cılız bir aşk varsa, tek bir şiirle büsbütün eriyip gideceğinden kuşkum yok!"