Labirenti andıran bu sokaklar en az yedi, sekiz kıvrımlıydı. Keskin dönüşlerden oluşuyordu. Issızlığın ve karanlığın içinde yankılanan ayak seslerine, korkudan gümbürdeyen yüreğinin sesi karışıyordu. Arnavut kaldırımlı, dar sokakta ürkek ve hızlı adımlarla, arkasına bakmaya korkarak yürümeye devam etti. Zift gibi parlayan yerler, sokak lambasının beyaz ışığında yağmurla ağlamış gibi acizdi. Gözyaşları, çiseleyen yağmurun altında yansıyarak, siyah döşenmiş taşların arasından sokağın kıvrımlarında yol bulup uzanıyordu. O yolunu değiştirdikçe arkasından gelen adımlarda onunla geliyordu. Adımları hızlandıkça seri adımlar hızlanıyordu, yorulup yavaşladı. Panikten, titreyen elleriyle, duvardan güç almak istercesine tutundu. Nefesi tıkandı, bayılacaktı. Kabaltı denilen üzerindeki pencereden sokağa bakan, o tüneli andıran sokağın başındaydı. Korku içinde, ürkek bakışlarla başını arkaya çevirdi. Uzun kara bir gölge diğer köşede pusuda bekliyordu. Midesi ağzından çıkarcasına bir kusma isteği yükseldi. Elini silahının kabzasına götürüp, sıkıca kavradı. Kurşunu var mıydı? Doldurmuş muydu? Kafası karıştı. Ya boşsa? İşi garantiye almalıydı. Köşede duvarın dibinde duran büyükçe bir taş vardı.
Can havliyle uzanıp yerden aldı. Yeleğinin cebine koyduğu elleriyle, avuçlarının içinde iyice kavradı. Bir elinde silah diğer elinde taş. Yinede yetersizdi. Zayıf ve aciz hissediyordu. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı...
Bir dediğinde hızla sokağa girdi. Arkasına bakmadan, koşmaya başladı, üç dediğinde sokağın çıkışında olmayı planlıyordu.
Karanlık dehlizde sokağın henüz ortasına bile ulaşamamışken, sokağın sonundaki açık alanın ortasında, sokak lambasının parlayan ışığının altında, uzun bir erkek gölgesi belirdi. Olamaz! dedi. Nasıl olurdu? Geriye bakmaya çalıştı. Dehlize girdiği, yönden sokağa girmişti. Arkasından geliyordu. Arasındaki mesafe gittikçe kısaldı. Durup düşünecek vakti yoktu. Nefesi kesilmişti, ışığa doğru, sokağın açık alana giden çıkışına kesikleşmiş nefesiyle, koşmaya devam etti. En azından birilerinin görmesi, yada yardım isteme ihtimali olabilecekti. Arkasındaki kara gölge yetişmişti... Alev alev yol almış kor nefesini ve yakıcı enerjisini ensesinde hissetti. Alev alıp yanacaktı. Üç adımcık atabilirse, dehlizin sonuydu, son bir çabayla hamle yaparak ileri atıldı. Mor kırmızı, alevlerin arasından kara gölgenin elleri uzandı. Sırtına düşen gölgeden kurtulmalıydı. Ateşli alevleri, sırtından atarcasına son adımını, dehlizden dışarı attı ...
Yüzü ter kanda kalmış mosmor olmuştu. Dehlizin duvarında, insan silüetinde, iki eliyle duvarı avuçlamış isten bir gölge kalmıştı. Dehşetle bakakaldı. Dışarıdaydı artık. Üç dedi. Ağzını açtı... Sesi çıkmadı. Konuşmaya çığlık atmaya çalıştı. Sesi yoktu… Ellerini uzattı. Sokak lambasının altındaki adam ona doğru döndü. Fötr şapkanın altındaki bu yüz... Aman Allah’ım!
***
Boğazı kurumuştu. Yutkunmak için gırtlağında, gerekli olan nemden eser yoktu. Dili kupkuruydu. Keçeden farksızdı. Beyni uyanmıştı, gözleri hala sımsıkı vaziyette, karşısında kara gölge varmışcasına kapalı...
Ellerini alnından saçına geçirerek, iki eliyle yüzünü avuçladı. Hala ateş gibiydi. Yanmış mıydı, Yoksa?.. Saçlarını yokladı, odanın havasını koklamaya çalıştı. Yanık kokusu yoktu.
”Üç!..” Dedi… korkuyla ağzının içinde mırıldanarak. Sesi var mıydı? Kontrol etti.
“Uyan! Sezin, sadece bir rüya” diye söylendi ağzının içinde tekrar mırıldanarak.
Çok şükür!.. Konuşabiliyordu. Kendini inandırması gerekiyordu ki, toparlanabilsin.
hayalim, sisli bir hava.. tipi yağıyor aynı zamanda. küçük, iki odalı, tek katlı, bacası tüten bir evin penceresinden dışarıyı izliyorum. evin içinde sadece odunun çıkarttığı çıtırtıların sesi ve ağaçların dallarına çarpan rüzgarın uğultuları hakim. arada bir dışarıdan gelen uluma sesleri kulak tırmalıyor ama pek de ürpertmiyor insanı. yanımda birinin gölgesi var. o da benim gibi elindeki kahvesiyle dışarıdaki beyazlığı izliyor sessizce. tatlı bir sohbetin eşiğinde bekliyor kelimeler. ikimizin aklı da sohbete açılacak o kapının ardında. düşünüyoruz... huzur dolu bu anı önce kim bölerse güzel bir şeylerden bahsetmeli çünkü. benim dudağım kıvrılıyor biraz. anlıyorum yanımdaki gölgenin de bu kurala uyduğunu. aniden gözlerimizi pencereden çekip bakışıyoruz gölgeyle.. sonra iki üç kıkırtı dağılıyor odanın içine. ev neşeli. ev mutluluğa doymuş. ev en güzel arkadaş olmuş bize.
Ebu’l-Fâruk Süleyman Hilmi TUNAHAN (K.S.) (SİLİSTREVÎ) Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
“Bu dünya, gölgeye benzer. Nasıl ki arkanı Güneş’e dönsen gölge önüne düşer. Arkasından ne kadar gitsen, yakalamak kabil olmazsa dünya da aynen bunun gibidir. Peşinden gidenlerin daima bir adım önünde olur. Fakat insan, Güneş’e dönüp ona doğru yürürse gölge arkasına düşer, peşini hiç bırakmaz. İnsan, gölgenin peşinden gider mi? Mühim olan Hakk’a dönüp gölge misali, dünyayı kendimize tâbi kılmaktır. Dünya için koşan, âhireti kaybeder. Âhiret için çalışan, dünyayı da kazanır. Eğer bir ağacı yerinden alır götürürsen, gölgesi de beraber gelir. Çünkü âhiret asıl, dünya ise onun halefidir.”
“Kıyamet gününün dehşetinden herkes, orada zikretmeye başlar. Melâike-i Kirâm da onlara ‘Zikrin yeri geçti. O, dünyada olacaktı.’ derler.”
“İnsanı hayırdan ve irşâddan alıkoyan yegâne şey nefistir. Yetmiş iki şeytan kuvvetinde olup bütün vücuda dağılmıştır. Merkezi ise iki kaşın arasıdır. İnsan bazen gazaba gelir; yararım, kırarım der, ebeveynine âsî olur. İşte bunlar hep nefsin mahsulüdür. Bu hâllerden kurtulmanın yalnız bir tek yolu vardır; o da ancak râbıtadır.”
“Her gün, hakk-ı Kur’ân 200 âyettir. Elli ihlâs-ı şerîf okunursa Kur’ân-ı Kerîm’in hakkı ödenmiş olur. Buna riâyet eden bu vesile ile dünyada hiçbir sıkıntı görmez. Rızkı da geniş olur.”
“Âfet ve belâlar üç sebepten gelir:
O adam itaat etmiyorsa itaat edip ibadete başlasın diyedir. Şâyet isyana devam ederse onun için ceza olur. İbadete başlarsa hakkında aff-ı ilâhî tecelli eder.
İtaat ediyorsa âfet gelince vazgeçerse onun için cezadır. İbadete devam ederse affa mazhar olur. Eğer biraz ziyadelik gösterirse onun hakkında terfî-i derece (derecesinin yükselmesine vesîle)dir.
Zevk ve feyz hâlinde ibadet ederken gelirse eğer ondan sonra feyz azalırsa onun için aff-ı ilâhîdir, çoğalırsa terfîde büyüklüktür.”
İktidar sahibi olmak aynı zamanda acizliğe kapı aralar. Bir açıdan erk sahibi olanın gücü sadece etrafındakiler için sonsuzdur. Oysa kendisi için durum pekte böyle düşünülemez. Çevresine verdiği poz, bu pozun daimi olduğuna inandırmak için taşımak zorunda olduğu maske, içinde bulunan gerçek kişiye sürekli baskı yapar. Asıl kişi bu aczi istediği kadar görmezden gelsin, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, hep içinden bir ses ona fısıldar. Nasılsa günü geldiğinde o fısıltı en davudi haliyle kendini hatırlayacaktır. İktidardaki kişi farkında olmadan bir gölgenin peşinden gider. İşte asıl acziyet kısmı burada başlar. Gölgeler günün birinde yok olur. O vakit kişi gölgesiz kalmaktan öyle korkar öyle ürker ki, bu seferde yitip gitmeden kendinden çok gölgegisini abartmaya başlar. Belli bir süreden sonra asıl iktidarda kalan sadece bir gölge olur. Artık erk sahibi ortada yoktur ama gölgesi o kadar büyümüştür ki, ona inananlar hali hazırda gerçek olduğunu sanarak gölgeyi o zannetmeye başlar. Nihayetinde İktidar bir karartı olmuştur fakat insanlar görmek istediklerini görmeye devam eder. Acziyet önce korku yaratır. Bu korku kompleksleri iyice kabartır. Kabaran eksikler ortaya çıkmasın diye kişi davranışlarını abartır. Abartı kibir ve öfke yapar. İşte o saatten sonra gölgenin iktidarı başlar. Kişi ben der ama ben çoktan başka bir güdümün arkasına saklanmıştır bile. Her birimiz kendi hayatımızın iktidarı olmak isteriz. Olma demiyorum ama gölgene de sahip çık! İçaforiz
Değişim tıpkı insanın gölgesi gibidir. Bazen çok yakın, bazen uzaktır. Bazen insanın yanında, sağında, solunda ya da arkasındadır. Gölgenin ışığın açısına göre değişken olması gibi değişim de farkındalığımız göre bizi takip eder. Duygusal ihtiyaçlarımızın, sınırlarımızın, bedenimizin farkına vardıkça değişim ile bütünleşmeye adım adım ilerleriz. Tıpkı gölgemizin varlığını hissetmemiz ve değişkenliğinin kafamızı allar bullak etmesi gibi. Değişim bizimledir, eylemini bekler, durur. Farkındalığa doğru yürüdükçe değişim de eylemle bütünleşmeye başlar ve bunun sonucunda ortaya devasa bir dans gösterisi çıkar. Gölgenin varlığıyla artık dans edebilmek gibi...
(Seda Var, Kafkaokur, Değişim )
Sivrilerek uzaya doğru giden bir koni gibi şekillenen, Dünya’nın karanlık merkezi tam gölgesi, dairesel bir ara kesite sahip. Ay’ın yörüngesinin mesafesinde ise bu ara kesit Ay’dan daha geniş. Ama 18/19 Kasım’ın Ay tutulması sırasında, Ay’ın bir kısmı tam gölgenin hemen dışında kaldı. Bu neredeyse tam tutulmadan 5 fotoğraflık kompozitte ardışık görüntüler, yaklaşık 1,5 saatlik bir sürede alındı. Dizi, ara kesitin dairesel kemerinin bir kısmını izlemek için hizalanmış ve merkezdeki görüntü, maksimum tutulmayı gösteriyor. Gölgenin eğri sınırının ötesinde, Ay diskinin parlak, ince bir dilimi görülüyor. Elbette gölgenin içinde bile Ay’ın yüzeyi tamamen karanlık değil ve Dünya atmosferi tarafından gölgenin içine saçılan filtrelenmiş güneş ışığının kırmızımsı tonlarını yansıtıyor.
Görsel & Telif: Jean-Francois Gout
Yazarlar & Editörler: Robert Nemiroff (MTU) & Jerry Bonnell (UMCP) NASA yetkilisi: Phillip Newman Özel haklara tabidir. NASA Web Gizlilik Politikası ve Önemli Bildirimler Bir ASD at NASA / GSFC & Michigan Tech. U. hizmetidir.
Gölgenin Kenarında yazısı ilk olarak Uzaydan Haberler sayfasında göründü.
... BEN BENİ ölü bir gölgenin gölgesi, duru bir suyun batığı, kuru bir dalın küskünlüğü, çepeçevre, kuşatmış ölende ben, öldürende , ben’ ler bendimi çiğner, ben beni, bende ki beni ölü bir geceye giydiririm karanın her tonu, biraz güneş görenin grisi özüme çalar, biraz gölgemin izinde yürüyen ben’i solgun benzi taşır, biraz gecemin karasına bulaşanı k’ömür gözleri kaşır ben bendeki beni söndüremem, öldüremem birini silsem biri gölgelenir ben beni, bende ki beni gözyaşlarımla büyütürüm... Sibel Karagöz #sibelkaragözşiirleri #kızıma https://www.instagram.com/p/CMwgYgeMCtK/?igshid=1wepwed3t787a
Yalan; var olanı yokmuş gibi, var olmayanı da varmış gibi ya da var olanı tamamen farklı göstermektir. Neden başkalarını kandırmak insanlara zevk verir? Ya da sanattan zevk almamızın sebebi "yalan" mı?
Hayır sanattan zevk almanın sebebi yalan değildir çünkü sanatın gerçeğin yerine geçme gibi bir iddiası yoktur, sanat eserinin sana açtığı eserin öznel bir kurma içerisinde olduğunu her zaman bilirsin. Yani bence Platon’un sanat eserini gölgenin gölgesi olarak görmesi hatalı olmasa bile bundan yola çıkarak sanatı zararlı ilan etmesi hatalıdır çünkü sanat kendisinin gölgeliği üzerinden tam da gerçekliği vurgulayan bir yana sahiptir.
Başkaları kandırmanın hazzı ise sahip olunmayan bilgiye sahip olmanın getirdiği gücün hazzında anlaşılabilir sanırsam.
Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menba’larını göster.
Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet.
Bizi bu çöllerde mahvettirme.
Bizi huzuruna al. Bize merhamet et.
Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir.
Bizi zeval ve teb’id ile tazib etme.
Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyyetini başıboş bırakıp idam etme.
YA RAB! kusurumuzu affet bizi kendine kul kabul et.
Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl.
Ruhumuzu cesedimize, kalbimizi nefsimize, aklımızı midemize hakim eyle.
Lezzeti şükür için isteyen kullarından eyle.
YA RAB! Resûl-u Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın bereketi hürmetine
bize ihsan ettiğin maddi ve manevi rızkımıza bereket ihsan et!.. Amin!…
📚🔖 Mektúbat...Risale-i Nur Külliyatından
⭐⭐
Haritada, üzerinde İstanbul yazılı bir nokta görürüz. Bu nokta ve bu isim İstanbul’a işaret ederler, ama onlar İstanbul değildirler.
Onlarda İstanbul’un hakikî güzelliğini ve gerçek kemâlini görmek, hissetmek mümkün değildir.
Bir cismin aynadaki tecellisi onun bir bakıma gölgesidir. Yani onun varlığı ile “bu gölge varlık” arasında büyük farklılıklar vardır.
Bir taşın aynadaki timsalinde sertlik bulamazsınız. O gölge, taşı temsil eder, taştan haber verir, ama taşın varlık mertebesinin yanında onun derecesi ancak bir gölge kadardır.
Bu gölgenin karşısına bir ayna daha tutalım ve o gölge o ikinci aynada tecelli etsin. İşte bu ikinci gölge varlığa, “gölgenin gölgesi” denilir.
Aynaya sureti yansıyan bir doktorun aynadaki görüntüsü doktor değildir,
ameliyat yapamaz.
İşte aynen öyle de bu dünyadaki nimetler birer numunedirler, gölgedirler, gölgelerin gölgeleridirler.
Dünyadaki bu lezzet gölgeleri insanları böylesine meftun, tiryaki ediyorken varın o lezzetlerin asıllarını siz düşünün.
Asıl lezzetler yeri olan ahireti düşünmek gerek. Dünya lezzetleri için asıl lezzetleri terk etmek akıl dışıdır.
Eşyanın varlığının gölge kadar zayıf olduğunu bilen bir insan,
kalp âleminde ona gölge kadar kıymet verir. Bunlarla oyalanmaz,
o gölgelerde esmasını tecelli ettiren Vacib-ül-Vücud’un marifetinde, muhabbetinde mertebeler kat etmeye çalışır.
Allahın Koruması ve Merhameti Üzerinize Olsun... Yeni Bir Gün Bağışlayan Rabbe Binlerce Şükürler Olsun... 🌺