Tumgik
poinesbooks · 2 years
Text
Tumblr media
Algernon'a Çiçekler | Daniel Keyes
15 notes · View notes
poinesbooks · 2 years
Text
Tumblr media
KÜÇÜK PRENS/ANTOİNE DE SAİNT EXUPERY
Dümdüz bir kutu olarak gördüğünüz resim aslında bir koyun ya da şapkaya benzettiğiniz şey fil yutmuş bir boa yılanı olabilir mi? Aslında tüm mesele nasıl baktığınızla alakalı. Algılarınız ‘’büyüklerin’’ sizden istediği gibi sıradan mı yoksa hayal gücünüz ışık hızında çalışıyor mu tüm mesele buna bağlı. Hayat bizi hırpalamaya başladıkça yani büyüdükçe her şeyin sadece belirli bir şekli, kalıbı olabileceğine o kadar inanıyoruz ki ötesini düşünmüyoruz bile. Exupery’nin büyükler diye bahsetmesi ve onları sevmemesi de bu yüzden: belli kalıpların ötesini görmek istememelerinden. Küçük Prens’in gezegenini bir ev boyutunda tasvir ederek başlaması da eserini okuyacak olan çocuklarda bu kalıp algısı ne kadar geç oluşursa o kadar iyi düşüncesinden dolayıdır belki de.
Küçük Prens ve Gül arasındaki ilişkiyle sevgiyi anlatıyor Exupery. Küçük Prens Gül’ü ne kadar ehlileştirmeye çalışırsa çalışsın başarısız oluyor ve son çareyi onu olduğu şekilde kabullenmekte buluyor. Gül’ün kibrine rağmen ondan vazgeçemiyor, onun için endişeleniyor. Bizler de böyle değil miyiz? Birini sevdiğimiz ona bağlandığımız zaman bizi kırsa da üzse de yine de ondan kopamıyoruz, o hep güvende olsun istiyoruz, onun dünyada eşi benzeri olmadığını, tek olduğunu düşünüyoruz. Oysaki öyle değil, dünyada binlerce, milyonlarca gül var. Peki o milyonlarcası bizim Gül’ümüzün yerini tutabilir mi? Aynı bağı milyonlarcasıyla da kurabilir miyiz? Hiçbiri kendi Gül’ümüz değil ki nasıl bağlanalım, nasıl aynı şekilde sevelim… Bir kere bağ kurdun mu diğerlerini görmez zaten gözün.  
Gezegeninden ayrılıp gezmeye başladığında yeni gezegenler yeni insanlar tanımış Küçük Prens. Hiç halkı olmayan bir kralla tanışmış mesela. Sadece emirler yağdırmayı seven bir kralmış bu adam. Başka bir gezegende sarhoş olduğu için kendinden utanan, utandıkça daha çok içen birini tanımış. Bizleri anlatmıyor mu aslında yazar? Gülümüz var diye hepimiz kendimizi kral sayıyoruz, ona buna laf etme hakkına sahip olduğumuzu düşünüp tepeden bakıyoruz. Kısır döngüye giren müptezeller de biziz. Sorunlarımızdan kaçmaya çalışırken onların arkasına sığınıyoruz. Etrafımız canı yandığı için can yakmak isteyenlerle, zamanında sefalet gördüğü acı çektiği için biz gençlerin de aynı şeyleri yaşaması gerektiğini düşünen ‘telefonunu çıkar gösterci dayılar’la, dolu.
Küçük Prens Tilki ile tanıştı sonra. Tilki ona zarar vermesin diye onu evcilleştirmek istedi. Tilki’yi evcilleştirirken kendisi de evcilleşti biraz, sevgiyi öğrendi. Dostluk kurmanın kolay olacağını iddia eden yoktu, onlar da bir sürü bedel ödediler bu yolda. Küçük Prens kendisini farkındalık yaşarken buldu. Sevginin büyüsü onu da etkisi altına almıştı. Ruhunun en derinine işleyen duygunun zihnini de harekete geçirmesi çok doğaldı. Gitmesi gerekiyordu, artık hayatın farkına varmıştı ve hafifleyerek gökyüzüne uçmayı tercih etti. Keşke hepimiz benzer aydınlanmalar yaşayıp hafiflesek. Dünyamız artık dayanamıyor ağırlığımıza, her geçen gün yavaş yavaş çekiyor iflas bayrağını. Belki tüm insanlık olarak sevgiyi tadıp hafiflersek gezegenimiz de yüklerinden kurtulup iyileşmeye başlar yavaş yavaş. İnsanların ruhları iyileştikten sonra dünyamız mı iyileşemeyecek. Kim bilir belki gerçekten dünyayı sevgi kurtaracaktır, denemeye değer…
~~Bâlâ M.
20 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
EMMA
Ana karakterimiz Emma zengin, huysuz, yaşlı bir babanın kültürlü cana yakın, çevresi tarafından sevilip sayılan bir kızıdır. Kimseyle evlenmeyi düşünmez ama çevresindekileri evlendirmeye, çöp çatanlık yapmaya heveslidir. Bu çöpçatanlık sevdası onu hiç hoş olmayan çıkmazlara soktuğu gibi hayatını değiştirecek bir dönüm noktasına da sebep olur.
Kitap dallı budaklı bir öyküye sahip olmamasına rağmen oldukça uzun. Bu durum "daha kısa da anlatılabilirdi bu olay, uzatmış" diye düşünmeye sebep olabiliyor ama, şahsi düşüncem, her sayfası okurken ayrı bir haz veriyor kitabın.
Yaşananlar gündelik durumlar olmasına rağmen "acaba sonraki bölümde ne olacak" diye kitaba bağlamayı harika bir şekilde başarmış yazar.
Kitap bittikten sonra çok keyifli bir his bıraktı içimde. Sanki ben Emma idim ve tüm o duyguları ben yaşadım.
Jane Austen' in güçlü kaleminden bir eser okumak isterseniz eğer gözüm kapalı tavsiye edebilirim :))
10 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
[ MADAM BOVARY ]
"Herkesin okuduğu sanılan ve herkesin okuduğunu sandığı kitap."
Betimlemelerin, insan psikolojisinin, aşkın ve çoğunlukla acının üstünde durulan bir klasik...
Konusuysa kısaca Madam Bovary'nin evliliğinden istediği hazzı alamayıp mutluluğu çeşitli kollarda aramasını işliyor. Sonu ise tipik bir trajedi...
Tolstoy'un Anna Karenina'sı bir Flaubert'in Madam Bovary'si iki... İki yazarın da ortak paydası işlemiş oldukları yoğun kadın düşmanlığı duygusu. Başrol kadın dırdırcı, lükse düşkün,doyumsuz, pimpirikli, gözü dışarıda olarak lanse edilirken erkekler saflık timsali, karısına sonsuz aşk ve güven besleyen tipler olarak resmediliyor. Bu durum da kitabı okurken yer yer sinir krizleri geçirmeye sebep oluyor.
(Bahsettiğim iki kitap özelinde değil bu cinsiyet ayrımının tam tersinin çizildiği kitaplar için de düşüncem aynı şekilde: tek bir cinsiyete tüm suçun yıkılmasını doğru bulmuyorum.)
Aslında hepimiz biraz Madam Bovary biraz da ona safça aşık olan Charles Bovary'yiz. Önemli olan ihtiraslarımızı, aşkımızı, sevgimizi, güvenimizi dizginleyip dengede tutabilmek.
8 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK
Kitabın cildi çok hoşuma gidince "Bu kitap neymiş ya, bir okuyayım bakayım" dememle okuduğum ve çok beğendiğim bir kitap.
Konusundan bahsecek olursam: Avukat bir babaya ve kendisinden dört yaş büyük bir abiye sahip küçük bir kız olan Scout'un günlük yaşantısı, maceraları anlatılıyor. Bir davada siyahi bir insanı temsil eden avukat baba sayesinde ise o dönemlerde nasıl bir sınıfsal ayrım olduğunu gözler önüne seriyoruz. Hukuk önünde herkesin eşit olduğunu ve "farklılık"larımıza saygı duymamız gerektiği o kadar etkileyici biçimde anlatmış ki yazar... Sekiz dokuz yaşlarında bir çocuğun gözlerinden tüm olayı izlemek de bu farkındalık duygusuna oldukça katkıda bulunuyor.
Anlaşılabileceği gibi dili oldukça sade ve masum. Olaylar ise dokunaklı...
Kesinlikle ama kesinlikle herkese tavsiye edebileceğim bir kitap.
"- ... bana kalırsa tek bir tür insan var. İnsanların hepsi insan.
- .. Yalnızca tek bir insan varsa, o zaman neden hiç geçinemiyorlar? Hepsi birbirine benziyorsa, niçin özel bir çaba barcayarak birbirlerini aşağılıyorlar?"
18 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
PUSLU KITALAR ATLASI
Sündüre sündüre okudum, sarmasına rağmen bir türlü bitmedi. Ama genel olarak çok sevdim kitabı.
O zaman biraz konusundan, olay örgüsünden konuşalım. Aslında kitabın konusu hakkında ne diyeceğimi bilemiyorum çünkü her bölüm başında bir karakterin hikayesini okumaya başlıyoruz ve o karakter bir şekilde olaya bağlanıyor. Bu durum da "noluyor ya bu ne alaka şimdi" moduna girmeme sebep oldu benim.
İstanbulun Konstantinopol olduğu zamanlarda geçiyor kitap. Devlet gizli teşkilatının başındaki "Büyük Efendi" nin teşkilatı kendi çıkarlarına kullanıp bilgi edinerek kıyametten kurtulma amacını konu ediniyor diyebilirim. Detaya girersem spoiler vermiş olacağım için susuyorum.
Peki gelelim dil anlatımına: Anlatım yapısı, dili benim hoşuma gitti gayet akıcıydı ama dediğim gibi bölüm başlarında çok alakasız bir yerden karakter tanıtmaya başlaması biraz can sıkıcıydı, bu nokta da sanırım tek beğenmediğim noktaydı.
Tavsiye edebileceğim bir kitap, herkese keyifli okumalar:))
7 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
BİR ÇİFT YÜREK
Öylesine okuduğum bir kitaptan kendime bu kadar ders çıkaracağım aklımın ucundan bile geçmezdi.
Başarılı bir doktor olan anlatıcımız 50 yaşına geldiğinde Avusturalyadan bir iş teklif alır ve oraya yerleşir. Aborjin gençlerin iş yaşamına katılmaları için çalışmalar yürütmektedir. Bir gün Aborjin kabilelerin birinden davet alır ve onları ziyarete gider. Beklediği gibi yemek yiyip, konuşma yapıp oradan ayrılacak mıdır yoksa kendisini aylarca süren bir serüvenin içinde mi bulacaktır? Atıldığı bu macerada yüreğini dinlemeyi öğrenecektir anlatıcımız.
Anlatıcımız yüreğini dinlemeyi öğrenirken, aborjin kabilesinin verdiği dersler, ders demek doğru olmaz aslında yaşam biçimleri, sayesinde kendi benliğimi biraz gözden geçirdim ben de.
Beni etkileyen en temel husus bencillik konusu oldu. Her zaman ihtiyacımız olandan daha fazlasını talep ediyoruz doğadan, bunun sonucunda da dünyamızı kendi ellerimizle yok ediyoruz.
Dil anlatım yönünden ise oldukça akıcı bir yapıya sahip eser. Eğer okumadıysanız kesinlikle tavsiye ederim. Okuduysanız da yorumlarda buluşalıım:)))
‘’Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver.’’
5 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
Bir çift yürek | Marlo Morgan
15 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Sevmek, söylemek değildir unutma. Sessizce alıp yüreğine koymaktır. Cahit Zarifoğlu
— Milat Edebiyat (@milatedebiyat) May 5, 2021
27 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
BİR KADININ YAŞAMINDAN 24 SAAT
Öncelikle kitabın konusundan bahsedeyim kısaca: Monoton bir burjuva hayatı süren 42 yaşındaki Bayan C.'nin, kocasını kaybettikten sonra hayatının bir anlamı kalmadığına hükmedip kendini seyahat etmeye adaması sonucunda rastgele bir kumarhanede tesadüfen bir gençle karşılaşması ile başlıyor anlatılan 24 saat.
Sadece 24 saatin insan yaşamı üzerinde nasıl izler bırakabileceği; nasıl tutkulara, pişmanlıklara sürükleyebileceğini okuyoruz.
Kitabı okurken resmen duygulardan duygulara sürüklendim. Hüzünlendim, korktum, sinirlendim... Ama en önemlisi kendimi Bayan C.'nin yerine koydum. Eğer ben öyle bir durumda kalsam ne yapardım verdiğim tepkiler nasıl olurdu diye düşündüm. Cevap bulamadım maalesef.
Peki, eğer kitabı okuysanız, Bayan C.'nin yerinde siz olsanız ne yapardınız?
"İçimi acıtan şey hayal kırıklığıydı..."
8 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
KIRMIZI SAÇLI KADIN
Derslerden dolayı pek odaklanamasam da kitabı bir solukta bitirdiğimi söyleyebilirim. Sonunu annem anlatmış olsa da büyük bir heyecanla okudum kitabı.
Olay akışı; Cem isimli, babası tarafından terkedilen bir gencin bir yaz tatilinde kuyu ustası Mahmut Usta'nın yanında çıraklık etmesiyle başlıyor. Daha sonrasında ise Cem' in başından geçenleri ve tarihin nasıl tekerrür ettiğini okuyoruz.
Kitapta bahsi geçen iki önemli hikaye var. Bunlardan ilki "Kral Oidipus" efsanesi, diğeri ise "Rüstem ve Sührap". İki efsane de birbirlerini tanıyamayan bana ve oğlun birbirini katletmesini konu ediniyor.
Kitabın sürükleyici yapısından sonra en hoşuma giden nokta eski kitaplara, efsanelere, destanlara, tarihi olaylara, savaşlara vb. atıflarda bulunması oldu. Bir kitap okuyarak birden fazla edebi eserden kesit okumuş oldum.
Kessinlikle ama kessinliklee tavsiye ederim. Herkese keyifli okumalaaarr:)))
"Tıpkı babasız bir oğul gibi, oğulsuz babayı da kimse basmaz bağrına."
13 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
İNSANIN ANLAM ARAYIŞI
Galiba hayatımda ilk ya da ikinci defa ödev/sınav için okumamız istenen bir kitabı beğeniyorum. Okuduğum türler genç kurgudan psikoloji, felsefe vb alanlarına doğru kaydığı için beğendim belki de kitabı. İki yıl önce okusam kısacık olmasına rağmen bir türlü bitiremez, bir köşede bırakırdım.
Çok uzatmadan kitabın konusundan bahsedeyim birazcık. Yazarımız Frankl'ın toplama kamplarından bir tanesine götürülmesi ile başlıyor olay. Kitanın ilk bölümünde yazarın bu kampta başına gelenler, yaşadığı duygu durumları ve çevresinde gözlemlediği davranışlar bizlere aktarılıyor. İkinci bölümünde ise psikiyatr olan yazarımızın bu kamptaki deneyim ve gözlerimlerine dayanarak geliştirdiği "logoterapi" kavramından ve temel ilkelerinden bahsediliyor.
Peki nedir logoterapi? Logoterapinin mantığı kısaca geçmişe veya büyük acılara yönelmek yerine geleceğe yönelmektir. Kişinin geleceğine dair bir hedef koymasını ve bu yolda yürüyerek doğal olarak mutlu olmasını temek ediniyor.
Önemli olan anlamlandırmadır diyor yazar. Eğer ki bir anlamı yoksa acı çekmek bile hiçtir...
Eğer ilginizi çekiyorsa kesinlikle okuyun derim.
41 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
KİNYAS VE KAYRA
Sündüree sündüre okuduğum bir kitap daha Kinyas ve Kayra.
İsminden de anlaşılabileceği gibi Kinyas ve Kayra adındaki iki kişinin hikayelerini konu ediniyor kitap. Konusu kısaca yirmi bir yaşındayken aile evlerinden kaçıp afrikada ölüm, kan ve acı dolu bir hayat kuran iki arkadaşın hikayesi. Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm kinyas ve kayranın ortak maceralarını konu ediniyor. İlk bölümün sonunda Kinyasın Kayraya olan nefretinden dolayı onu terketmesiyle yolları ayrılıyor. Bu noktadan sonra Kayra'nın yolu ve Kinyas'ın yolu diye iki farklı bölüm okuyoruz.
İki farklı karakter olduğu için iki farklı yazım tarzı, anlatım şekline sahip kitap. Bir bölümde "şu bölüm artık bitsin de kurtulayım" derken diğer bölümü bir solukta bitirdim.
İki farklı tarzda yazabildiği için yazara olan saygım sonsuz. Eğer ki yer altı edebiyatının ülkemizdeki en iyi örneklerinden biri olan Kinyas ve Kayra kitabını okumak isterseniz gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim.
9 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Bahar olan dillerin çiçekleriydi sözleri. Yağmur olan ellerin toprağıydı gülüşleri.
18 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
Kinyas ve Kayra | Hakan Günday
46 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
Bu kitabı ilk defa yaklaşık beş yıl önce okumuştum anlamamıştım haliyle. Şimdi tekrar okuduğumda çok farklı anlamlar çıkarttım kendime.
Kitabın konusu kısaca şu şekilde: Yazar dizinden rahatsızlığı olan on beş yaşında bir gençtir. Akrabaları olan Paşa'nın kendisinden dört yaş büyük kızı Nüzhet'e karşı aşıkane duygular beslemektedir. Bir yandan dizindeki büyük hastalıkla, ameliyatlarla uğraşırken bir yandan da duygularıyla mücadele eder.
İlk okuduğumda yazarın aşkını çocukça bulmuştum, olur mu öyle şey kız senden dört yaş büyük demiştim. Ne kadar yüzeysel bakmışım olaya, sadece nesnelere odaklanmışım. Şimdiyse aşkın hem hayata bağlayacak kadar hem de acısıyla hasta yataklarına düşürecek kadar güçlü bir duygu olduğunu düşünüyorum.
18 notes · View notes
poinesbooks · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
İnsanın anlam arayışı | Victor E. Frankl
8 notes · View notes